ARKADAŞIM BADEM AĞACI

ARKADAŞIM BADEM AĞACI
Sen ağaçların aptalı

Ben insanların
Seni kandırır havalar
Beni sevdalar
Bir ılıman hava esmeye görsün
Düşünmeden gelecek karakış.
Açarsın çiçeklerini .
Bense hayra yorarım gördüğüm düşü...
Bir güler yüz, bir tatlı söz.
Açarım yüreğimi hemen
Yemişe durmadan çarpar seni karayel
Beni karasevda
Hem de bilerek kandırıldığımızı
Kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza
Koş desinler bize şaşkın
Sonu gelmese de hiç bir aşkın
Açalım yine de çiçeklerimizi
Senden yanayım arkadaşım
Havanı bulunca aç çiçeklerini
Nasıl açıyorsam yüreğimi
Belki bu kez kış olmaz
Bakarsın sevdan düş olmaz
Nasıl vermişsem kendimi son sevdama
Vur kendini sen de bu güzel havaya.
AZİZ NESİN
Read more

“TAO-CULUK’DAKİ ANAHTAR-KAVRAMLAR”

TOSHİHİKO İZUTSU
Ne “doğru” “doğru”dur ve ne de “böyle” “böyle”dir. Eğer “doğru” (mutlak olarak) “doğru” olsaydı, “doğru-olmayan”dan o denli (mutlak biçimde) farklı olurdu ki artık tartışmaya mahal kalmazdı. Eğer “böyle” de (mutlak olarak) “böyle” olsaydı, “böyle-olmayan”dan o denli (mutlak biçimde) farklı olurdu ki artık tartışmaya mahal kalmazdı.
“Nesneler arasındaki sayısız zıtlığı Sınırsızlık haline rücû’ ettirmek” demek özcülük-çülerin telakkisine göre birbirinden fark edilebilen bütün nesneleri, başlangıçta, bu nesneler arasında kesin “sınır” ya da kenarların bulunmadığı karmaşa Vahdeti haline rücû ettirmek demektir. Sübjektif yanından bu, her gün kullandığımız Akıl düzeyinde yapmakta olduğumuz bütün akıl yürütme ve hüküm vermelerin terk edilmesi demektir. Çuang-Tzu, ister örtük ister açık bir biçimde olsunlar, herhangi bir şey hakkında yürüttüğümüz bu muhakeme ve verdiğimiz hükümleri unutmanın insanda, bütün hükümlerden ve Akl’ın bütün faaliyetlerinden önceki zihni hali tesis edeceğini ve bu halin ise nesnelerin başlangıçta haiz oldukları “Semavi” ya da “öz-süz” halde görülebilmelerini sağladığını vurgulamaktadır.
Ama bunu gerçekleştirmek hiç de kolay bir iş değildir. Bu, Çuang-Tzu’nun ming yani “Aydınlanma” diye adlandırdığı fizik-ötesi özel bir tür sezginin aktif bir biçimde harekete geçmesini gerektirmektedir. Ve bu aydınlatıcı sezgi türü de, zevkine herkesin erebileceği bir şey değildir. Tıpkı fiziksel olarak kör ve sağır kimselerin olması gibi manevi açıdan da kör ve sağır kimseler vardır. Ve Maneviyat âleminde de kör ve sağır olanların sayısı, ne yazıktır ki, görebilme ve işitebilme yeteneğine sahip olanlardan çok daha fazladır.
“Kör olan, güzel renklerin ve şekillerin zevkine eremez. Sağır olan, zillerin ve davulların sesinin zevkine eremez. Ama bu körlüğün ve sağırlığın yalnızca vücudumuzun uzuvlarına has bir şey olduğunu mu sanıyorsun? Âsla! Bunlar bilgi alanında da vardır.”
Read more

BEYDEBA

Kerk’te ömrünü ibadetle geçiren bir zahit varmış. Günün birinde bu zahide bir misafir gelmiş. Zahit de konuğuna hurma ikram etmiş.
Misafir hurmayı çok beğenmiş. Ev sahibine dönerek:
− Bu ne tatlı hurma! Bizim memleketimizde böyle tatlı hurma bulunmaz. Bana yardım etseniz de şu çekirdekleri götürüp memleketime eksem, demiş.
Zahit buna itiraz etmiş:
− Belki sizin memleketin toprağı iyi değildir. Orada hurma yetiştiremeyebilirsin. Üstelik sizin memleketin meyvesi boldur. Hurmaya hiçte ihtiyaç yoktur. Onun için boşuna zahmet çekme. Çünkü emeğin boşuna gidecektir. Olmayacak işin peşine koşmak doğru değildir, demiş.
Meğer zahit İbrani diliyle konuşuyormuş. Misafir bu dilin akıcılığı ve ahengine hayran olmuş. İbranice öğrenip zahit gibi konuşmaya çalışmış. Onun bu halini gören zahit:
− Yahu kendi dilini bırakıp da niye bilmediğin bir lisan da kem küm ediyorsun. Tıpkı akılsız karga gibi hareket ediyorsun, demiş.
Misafir:
− Bu nasıl olmuş? Diye sorunca zahit başlamış anlatmaya:
− Derler ki karganın biri serçelerin seke seke yürüyüşüne imrenmiş. Başlamış onun gibi yürümeye. Fakat ne kadar uğraşsa da serçe kadar güzel yürüyememiş. Tekrar kendi yürüyüşüne dönmek istemiş. Ne yazık ki kendi yürüyüşünü unuttuğundan bunu da becerememiş. Başlamış kırıla döküle yürümeye… O günden sonra kuşların en kötü yürüyeni olup çıkmış.Sende bildiğin dili bırakıp İbranice öğrenmeye uğraşıyorsun. Korkarım ki İbranice öğreneyim derken ana dilinden de olacaksın. Her kim kendine uymayan bir işin peşinden koşar, yapamayacağı bir işi yapmaya özenirse ona cahilsin demek yakışır
KELİLE ve DİMNE/DAMLA YAYINEVİ
Read more

SİDDHARTHA

Uzun bir sessizlikten sonra sordu Siddhartha: “Nedir bu öbür şey, Vasudeva?”
Vasudeva doğrulup kalktı. “Geç oldu,” dedi, “gidip yatalım artık. Öbür şeyin ne olduğunu sana söyleyemem, sevgili dostum. Sen öğreneceksin bunu ama belki de biliyorsun.Bak, ben bilgin biri değilim, nasıl konuşulacağını bilmem, nasıl düşünüleceğini de. Yalnızca dinlemesini beceririm, bir de hak yolundan ayrılmamayı, bütün bildiklerim bu kadardır. Öbür şeyin ne olduğunu sana söyleyebilsem, bunu öğretebilsem sana, belki bir bilgin olurdum, ama bu halimle bir kayıkçıyım sadece, işim arzu edenleri ırmaktan karşıya geçirmektir. Pek çok kişiyi bir kıyıdan öbür kıyıya geçirdim, binlerce kişiyi; hepsi içinde ırmak, yolculuk sırasında karşılaşılan bir engelden başka şey değildi. Para pul, iş güç peşine düşmüşlerdi, düğün derneklere seğirtiyor, hac yerlerini ziyarete gidiyorlardı ve ırmak bir engeldi yollarının üzerinde, kayıkçı da bir an önce bu engelin üzerinden aşırmak için vardı. Binlerce kişinin arasında pek azı, topu topu dört ya da beşi için ırmak bir engel olmaktan çıktı, bu insanlar ırmağın sesini işittiler; ırmağın sesine kulak verdiler ve ırmak benim için nasıl kutsalsa, onların gözünde de kutsallık kazandı.
“Evet, Siddhartha,” diye ceapladı Vasudeva. “Senin demek istediğin şu olacak sanırım: Irmak aynı zamanda her yerdedir, kaynadığı yerde, döküldüğü yerde, çağlayanda, kayıkta, akıntı yerinde, denizde, dağda, aynı zamanda her yerde ve onun için yalnızca şu vardır; geçmişin gölgesi diye bir şey bilmez ırmak, geleceğin gölgesi diye de bir şey bilmez .”

HERMANN HESSE
SİDDHARTHA/ CAN YAYINEVİ
Read more

MARAKEŞ’TE SESLER / CEM YAYINEVİ

ELİAS CANETTİ
Ölüme atıp tutmakla ne demek istiyorsun yani? diye sorarlar hep. Çeşitli dinlerde insanı bıktıracak kadar bol miktarda açığa vurulan ucuz beklentilere kendini kaptırmanı isterler. Ama ben hiç bir şey bilmiyorum bu konuda. Söyleyecek sözüm yok. Ölüme şimdiye dek hiç yaltaklanmayışım karakterimi oluşturuyor ve gururlandırıyor beni. Herkes gibi ben de, pek seyrek olmakla birlikte, ölmeyi istedim bazen, ama kimse ağzımdan ölümü öven sözler çıktığını işitmemiştir; hiç kime ölümün karşısında boyun eğdiğimi, onu kabullenip benimsediğimi ya da saf dışı bıraktığımı söyleyemez. Her zaman gereksiz ve kötü bir gözle bakmışımdır ölüme; onu tüm varlıkların başına musallat olmuş belaların anası, çözümlenemeyip akıl erdirilemeyen bir nesne, öteden beri her bir şeyin üzerine atılan ve bugüne değin kimsenin çıkıp canını cehenneme yollayamadığı bir düğüm saymışımdır.
Read more

KÖRLÜK / José Saramago

Araba kullanmakta olan bir adam, yeşil ışığın yanmasını beklerken ansızın körleşir. Körlüğü, başvurduğu doktora da bulaşır. Bu körlük, bir salgın hastalık gibi bütün kente yayılır; öldürücü olmasa da tüm ahlaki değerleri yok etmeyi başarır. Toplum görmeyen gözlerle cinayetlere, tecavüzlere tanık olur. Ayakta kalabilenler ancak güçlü olanlardır. Koca kentte körlükten kurtulan tek kişi, göz doktorunun karısıdır. Portekiz’in yaşayan en önemli yazarı olan José Saramago, bu çarpıcı romanında körlük olgusunu bir metafor olarak kullanmış, basit imgelere, sıradan sözcük oyunlarına başvurmadan, yoğun bir anlatımla, anlatıcının ve kahramanların konuşmalarını ortaklaşa bir monologa dönüştürerek, kurgunun evrenselleşebilmesi açısından kişilere ad vermeksizin liberal demokrasinin insanları sürüklediği sağlıksız ortamı olağanüstü bir ustalıkla yaratmıştır.
Read more

“BİZ HAYIR DİYORUZ”

Ve biri Kolombiya’da konuşuyor:
“Hayatın bedeli artıkça artıyor, hayatın değeri düştükçe düşüyor.”


EDUARDO GALEANO

Bu­günkü Latin Amerikan edebiyatının temel işlevle­rinden birinin, sıklıkla iletişimi engellemek ya da iletişime ihanet etmek için kullanılan, istismar edi­len sözü geri kazanmak olduğuna inanıyorum. “Öz­gürlük” benim ülkemde politik mahkûmların yat­tığı bir cezaevi, pek çok terör rejimine “demokrasi” deniliyor; “aşk” sözcüğü insanla otomobili arasın­daki ilişkiyi tanımlıyor ve “devrim”den yeni bir de­terjanın mutfakta yapabilecekleri anlaşılıyor; “zevk” belirli bir marka yumuşak bir sabunun üret­tiği bir şey ve “mutluluk” sosis yemenin verdiği bir duygu. “Huzur ülkesi”, Latin Amerika’nın pek çok yerinde “sessiz mezarlık” anlamına gelir ve “sağlıklı insan” denince bazen “aciz insan” diye okumak gerekir.
“BİZ HAYIR DİYORUZ” METİS YAYINEVİ
Read more