OKTAY TAFTALI

Bizim açımızdan ise muamma şudur: Eğer toplumda ve tarihte bir ilerleme varsa; diyelim ki, sayısız teknolojik gelişmeler, bilimsel buluşlar, gelip geçen onlarca yüzlerce moda, yönetimdeki yenilikler, sözümona demokra-si, insan haklarının keşfi, para ve satın alma, tüketme gücündeki artış, yine sözümona bilgi ve iletişim toplumu, küreselleşme, vs. bunla-rın hepsi maddenin ve toplumun özüne ilişkin bir hakikatse, nasıl oluyor da tüm bu ilerleme ve gelişmeye rağmen, hala insanlığın binlerce yıllık ebedi sorunları, milyonlarca mazluma hayatı zindan ediyor?
Açlık, çocuk ölümleri, savaşlar, her türlü sömürü, göçler, gurbetler, insan ticareti, her gün bir yenisi ortaya çıkan virüsler, salgın hastalıklar, kitlesel ölümler, ırkçılık, ayrımcı-lık, darbeler, zindanlar, dar ağaçları… bu dertler binlerce yıldır varolduğu gibi, günü-müzde de yaygınlaşarak, kitleselleşip yoğunlaşarak vicdanları tehdit ediyorsa, nasıl bir ilerlemeden söz edebiliriz. Yoksa bize ilerle-me olarak sunulan bir aldatmaca bir yanıl-sama mı? Öyle ya hayatın her alanında sü-rekli tüketilen modalardan sonra insanlığın bir yerlere gelmesi gerekmez mi? Yoksa paketin içinde binlerce yıldır değişmeden duran bir malzemeye, her gün yeni ambalaj-lar giydirip ilerlediğimizi, geliştiğimizi mi sanıyoruz? Yoksa bunu bize birileri mi dayatıyor? Dünya da sürekli görünen değişime karşın, hiç değişmeyen ebedi ve ezeli bir ‘öz’ den mi söz etmek gerekir? İnsan bu konuda kuşkuya düşmekte haklıdır ve hepimizin böylesi bir kuşkuya düşmesinde yarar var.
Diyebiliriz ki: ilerleme yoktur. Varsa bile, bu ilerleme insanlığın ebedi dertlerine çözüm getirmemektedir. İlerlemenin ve gelişmenin olduğunu ve insanlığın, top-lumların dertlerinin bu sayede giderek azaldığını söyleyenler, ilerleme fikri sayesinde insanlığı kandırarak, güçlerini, iktidarlarını ve zenginliklerini pekiştirme amacında olamazlar mı?